Düzceli sanatı seviyor.
Sanat eserlerini görmek, izlemek, okumak ve dinlemekten keyif alıyor.
Ama sanatçıya değer vermek, ona ilgi alâka göstermek gündeme gelince kayboluyor.
Hele işin içine maddi destek girince, araki bulasın!
Bir sanatçı, bir şekilde kabiliyetini keşfediyor.
Sonra kendini geliştirmek için, ya ders alarak, ya ilham alarak, ya da deneme yanılma yöntemleri ile eserler oluşturmaya başlıyor.
Bir dünya emek ve bir sürü masraftan sonra güzel eserlerini insanların beğenisine sunuyor.
Bunun için de ya sergi açıyor, ya konser veriyor, ya da gösteri düzenliyor.
Sanatçının sanatını gösterdiği yerlerde, diğer dallarda sanat icra edenlerin dışında, bir kaç bürokrat, bir kaç entelektüel dışında kimseyi bulamazsın.
Oysa İbn-i Sina, “Bilim ve sanat, takdir edilmediği yerden göç eder." demiş.
O zaman Düzce nasıl gelişsin, güzelliklerini nasıl ortaya koysun, içindeki değerleri nasıl korusun?
Sanatçıya “Üç-beş entel, üç-beş kaprisli!” dersek, sanata “taş, kaya, bez, paçavra” diye bakarsak, işin özünü kaçırmaz mıyız?
Georg Ebers, “Sanat, bizi Allah'a götüren köprüdür." demiş.
Sanat, dünyaya başka bir açıdan bakış, onu anlayış ve onu daha güzel bir şekilde geleceğe taşımak değil midir?
Friedrich Schiller, "Sanat; gençliğe terbiye, yaşlılığa avuntu, yoksullara zenginlik ve zenginlere de süs verir." demiş.
Anlayacağınız, sanat güzel ile ilgilenir.
Her ne kadar “güzel” göreceli bir kavram olsa da, estetik olmayı, ruha dokunmayı ve haz duymayı ifade eder.
Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen de güzel şeyler yapar.
Bu bazen eseri güzel kılacağı gibi, bazen de, eseri görmemize sebep olan sanatçıyı güzel kılar.
Her ne olursa olsun, sanat bize yaşamın gerçek anlamını ve amacını anlatır.
İster ilim/bilim, ister zanaat/sanat yoluyla olsun, insanlığın gelişimine katkısı olanlar, insanlık ailesinin fertleri olarak sonsuza kadar yaşamaya devam ederler.
Sağlıcakla kalın...