Geçtiğimiz yıl İranlı yönetmen Panah Panahi’nin 2021 yılı yapımı ‘Hit The Road’ (Yola Devam) adlı filmini sinemada izledim. Zihnimi kalın harfli duyguların farklı iklimlerinde gezerken buluşum, buruk bir tebessümün yüzümden eksilmeyişi halen hatırımda. Filmin estetik yanı, İran sinemasının katı bir rejimin baskısı altında meramını anlatmakta geldiği ustalık, oyunculuklar vs. birçok konu başlığı ‘Hit The Road’ bağlamında yazılıp çizilmeye değer fakat filmi alımlama serüvenimi bu kuramsal hususlardan biraz arındırmaktan yanayım. Filmin sinema tarihine verdiği referanslardan, biçimsel öğelerin hizmet ettiği olay örgüsünden uzak, (bir betim icat etmek gerekirse) daha ziyade his örgüsünü çözmeye meyyal, sinemanın aktüel olaylara dönük bakışındaki mesel çıkartmayı merkeze almaktan yanayım. Toplumsal hayata, kendi varoluşumuza, yola revan oluşumuza -bilinçli ya da bilinçsiz- baktığımız anlam havzalarında dolanmaktan yanayım. Şüphesiz havza kelimesini tercih edişimdeki gerekçenin belirgin olması umuduyla bunu yapıyorum. Ne diyor sözlükte; “dağlarla ya da tepelerle sınırlanmış, suları aynı denize, göle ya da ırmağa akan bölge.” O vakit düşüncemizin mevcut sınırlarını veya düşüncenin kendi doğasının sınırlarını böyle bir coğrafi kavram üzerinden ele alışım ihmal edilmesin. Hasılı bir film çözümlemesi değil, dağılmayan bir sisin ardındaki duyguları görme hevesinden doğan cümlelerin peşinden gidiyorum.
Büyük oğullarının İran’ı yasadışı yollarla terk etmesi için evlerini satan bir ailenin yol macerasını izliyoruz filmde. Bir vedanın ve bir başlangıcın, gidenin ve kalanların öyküsü…
Şimdilerde gitmenin ve kalmanın çok konuşulduğu bir memleketiz. Birçok isim koyabilir, ideolojik kılavuzlar ve toplumsalın bilgisi dahilinde birçok şey reçete edebilir, nedenler ve sonuçlar sıralayabiliriz, ki koca bir toplum genelde üzerine pek düşünülmemiş şeyleri ya reçete etmekle ya da kılavuz edinmekle meşgul görünüyor bu aralar. Sokak röportajlarında sözünü işittiklerimizden, kanaat önderlerinden, dolandırıcılardan, mafya liderlerinden, influencer denen zevattan kocaman bir uğultu yükseliyor. Kitlelerin bulandırılmış şuurlarına birçok hükümsüz, anlamsız sözcük mühimmatı yığınak ediliyor. Elbette iktidarların kendi lehlerine bir tasarım bu, çünkü disipline etmeyi, itaatkar kılmayı, eylemsizliği veya sistem içi eylemi daha olanaklı hale getiriyor. Tartışmanın birçok farklı veçhesi var, her yere saçılabiliriz fakat her yerde filizlenmemiz mümkün olmayabilir. Geçtiğimiz haftalarda bir arkadaşım ile yürüttüğümüz bahis tam da bunun üzerineydi. Gitmenin zorunlu olduğu tarihsel koşulları ele aldık. Aidiyet temelli inaklarımızı da, kültürel ve dilsel bağlarımızın kuvvetini de bu vesileyle tekrar görmüş olduğumuz sohbetin bir yerinde arkadaşım idealler uğruna kalma ısrarının zorlantısından dem vurdu. İşte o fasıl bir kıvılcım çaktı zihnimde ‘Hit The Road’ın film müziklerinden birinin karşıt duyguları nasıl kucakladığını hatırladım. Orijinal dili olan Farsçada tınladığı gibi tınlamasa da içeriğin yoğunluğu her dilde aynı: “Sevgili akrabam/ Aşiretimin adamı/ Binmişsin sürgün atına/ Hem de gururla/ Bu topraklarda/ Asil bir adamdın/ En çok sen dayandın/ Ama sonunda pes ettin/ Susuz kalsak da/ Susuzluğa inanarak/ Gurur duyduk topraklarımızın adıyla/ Hasret dolu rüzgara savurduğun/ Sahip olduğumuz tek hazineydi/ Hangi sonbahar büyülü sesiyle/ Çağırdı seni ey mecnun/ Sen de cesaretini toplayıp gittin/ Bir gelincik uğruna/ Bizimle kal, perişan olsak da/ Baharın gelmesini bekliyoruz burada/ Bizimle kal ki birlikte/ Yeniden doğuralım güneşi/ Binlerce kuş da/ Aşık senin gibi/ Hepsi gecenin içinden geçti/ Gün ışığının umuduyla/ Temelli gittiler/ Dürüst ve masum/ Bir daha da dönmediler/ Allah seninle olsun/ Karanlıktan bıktın sen/ Ne yazık ki bırakıp gitmek değildir/ Bu acının şifası/ Gittiğin yol gün batımına çıkar/ Gündoğumuna değil/ Gece oluyor bak, geri dön…”
İktidar mahfillerinin slogan ettiği “Durmak Yok Yola Devam” şiarıyla geldiğimiz nokta bir fecaat. Gidenlerin, gitmek için didinenlerin ve gidemediği için kalanların dertlerini işitiyoruz her gün. Şayet bize bu cehennemi reva görenlerden hesap sormak için silkelenmezsek kalacak bir yerimizin olması olanaksız hale gelebilir. Peki ya gitmek?
Ahmet Telli’nin bir şiiriyle bitiriyorum:
“Gitmek. Bir hançeri inceltip
Okyanusa daldırmak isteği
Ya da düşebilmek atlasların
Dışına ki ey kalbim
Yalnızsın bu yolculukta da
Gitmek. O kaos duygusu, aklın
Sarsıntılarla yorgun düşüşü
Bilincin kamaşması belki de.
Rehin bırakılacak bir şey yok
Unuttuklarından başka.
Gitmek. Bir büyü gibi saran
Ağrılar yumağı, kışkırtılmış
Düşlerdir ki sen şimdi
Esirgeme kendini kalbim
Kederin o derin yalnızlığından”