Sitenin solunda giydirme reklamı denemesidir
Sitenin sağında bir giydirme reklam
Taha CAYMAZ
Köşe Yazarı
Taha CAYMAZ
 

Yerel Basın Dedikleri

(Böylelikle kamuoyuna sözünü iletmek isteyen insanlar gerekli bilgilendirmeyi yaparak temel hakkı olan “fikirlerini kamuoyuna beyan etme hürriyetinden” yararlanırlar. Amacı insanlara ulaşmak olan bu eylemde, yurttaşlara haber verme sorumluluğunu üstlenmiş olan basının yer almaması olanaksız değil mi?)   Bir dizi gözlemden hareketle Düzce’deki basının veya basın olma iddiasında olanların memlekete yaptığı kötülüğün boyutlarını açımlamaya gayret edeceğim. Selamsız sabahsız bir girişi mazur görün ve ülkenin gidişatına dair duyulan endişeye ilişkin olarak düşünün bu telaşlı başlangıcı. Esasen yerel düzlemdeki manzara elbette ulusal düzlemdekine koşut, bildiğiniz üzere ülkece basının niteliğine ve özgürlüğüne dair karnemiz sınıfta kaldığımız derslerle dolu fakat bu yazı kapsamında sözümüz yerel basına. Bilinçli ya da bilinçsiz, menfaatlerini gözeterek veyahut kendi sözüm ona davalarına inanmış- inandırılmış ayırt etmeksizin basının geldiği içler acısı durumda parmağı olan tüm yerel basın çalışanlarına sözümüz. Elbette kimilerini tenzih etmek, gazetecilik etiğinden taviz vermeden işlerini sürdürenleri bu yazının muhatabı olarak görmemek gerekir. Mesleğin dışında biri olarak böylesi bir yazı kaleme almamın müsebbibi de ilkelerinden taviz vermeyenlerin azlığıdır. Dolayısıyla burada mevzileneceğimiz hat gururlarını ve kalemlerinin, sözlerinin onurunu hiç sayarak gerçekleri saptıranların ya da ‘aman tadımız bozulmasın’ tavrıyla gerçekleri görmezden gelenlerin tam karşısıdır. Uzun uzadıya tahlillere girişeceğim bir yazı olmayacak bu (elbette öyleleri de olacak ilerleyen günlerde), daha ziyade etik temellere oturmayan ve yurttaşların gerçeğe erişimini gözetmeyen, kendi ideolojik hattını ve çoğu zaman yalnızca maddi kazançlarını gözeten bir omurgasızlar topluluğuna sataşma, onların aymazlıklarını faş etme gayreti… Şimdi bir soruyla başlayalım: “Basın nedir?” Hemen bir sözlük tanımıyla yola devam edelim; “gazete, dergi gibi belirli zamanlarda çıkan yayınlarla haber ajansları ve bunların sahipleriyle çalışanlarının tümü…” Şimdi bu basit tanımdan hareketle basının toplumun fikir, düşünce ve kanaatlerinde, doğru bilgiye erişiminde vs. ne kadar mühim bir rol oynadığına dair bir sezgimiz oluştu mu? Bazı meslekleri icra edenlerin taşıdığı kamusal sorumluluk ve bu sorumluluğa teyellenmiş bir bilinç sahibi olması gerektiğini varsayarız. Doktor, öğretmen, polis, asker vs. toplumsal aklın mutabık olduğu bu önermenin içini dolduran başlıca mesleklerdir. Peki ya basın çalışanları? Basın çalışanlarının durumu da ürettikleri söylemin, ilettikleri veya iletmedikleri haberin, özetle topluma aktardıkları veya aktarmadıkları tüm bilginin sorumluluğundan ötürü bilahare önemlidir. Peki herkes bu sorumluluğu layıkıyla yerine getirir mi? Elbette getirmeyenler olacaktır fakat öyle bir aşamaya geldik ki sorumluluğunu yerine getirenlerin her türlü baskı aygıtıyla sindirilip diğerlerinin kahraman yapıldığı yüzlerce örnek ile karşı karşıya kalıyoruz. Üstelik sorumluluklarını yerine getirmeyen ya da kötüye kullananların denetlen(e)mediği bir tablo var önümüzde. Denetim derken neyi kast ediyorum? İlk olarak elbette işin hukuki boyutu ile ilgili bir değinide bulunuyorum. Gerekli tahkikat, soruşturma vs. yapılıp suçun tespit edilmesi durumunda başvurulacak usuller işin hukuki boyutunda gündeme gelir. (Hukuk, yargı, adalet gibi konu başlıklarını Türkiye’nin aktüel durumu üzerinden ele alma kıymetli okur, konuyu ideal bir demokrasinin işlediğinden hareketle ele alıyorum, yani mış gibi yapıyorum.) İkinci denetim mekanizması ise sorumluluğunu kötüye kullanan basın mensubunun meslektaşları tarafından evrensel basın ilkeleri ve etiği üzerinden tenkit edilmesidir. Mesleği ile ilgili yozlaşmaya mahal vermek istemeyen bütün sorumluluk sahibi basın mensupları kendilerine düşeni yapmalı ve hatta kötülüğün boyutuna bağlı olarak kötülüğü yapan kişinin basında tekrar istihdam edilmesinin önüne geçilmelidir. Yaşanan hadiseyi baz alarak benzerlerinin yaşanmamasına ilişkin yapılması gerekenler de diğer kurum ve organlarla beraber basın mensuplarının da vazifesidir elbette. Üçüncü denetim mekanizması ise yurttaşların üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesiyle ilişkilidir. Yurttaşlar en temel hakları olan doğru bilgiye erişmede sorun yaşadıkları ile ilgili kaygıya dahi sahipse bütün devlet aygıtlarının ve ilgili basın kuruluşu ve mensuplarının kendisine hesap vermesini talep etmekle mükelleftir. İdeal bir demokrasinin olması gerekenlerini kısaca özetledikten sonra ‘olması gerekenlerden’ biraz uzaklaşıp ‘olanlar’dan söz edelim. Belediyenin basın bülteni haline gelmiş olan, bırakın haberin etiğini, haberin ‘ne’liği üzerine bile düşünmemiş, çıkarım nerdeyse orada ‘konumlanırımcılığı,’ güçlü kimse onun yanında ‘yer alırımcılığı’ ilke edinmiş bir yerel basın ile karşı karşıyayız. Birinci ağızlardan veya sözüne itibar ettiğim dostlardan işittiklerime hiç değinmeyeceğim. Kendi gözlemimi aktarmakla yetineceğim. Yıllardır Düzce’de kentin en merkezi konumları olan Anıtpark Meydanı, Durmazlar Düğün Salonu karşısı veya Düzce Belediyesi önünde siyasi partiler, sendikalar, STK’lar basın açıklamaları yapıyor. Zaman zaman ben de o basın açıklaması metnini okuyanlardan biriyim. Sesini, sözünü, meramını, derdini anayasanın bizlere tanıdığı hak kapsamında topluma duyurmak isteyen herhangi bir yurttaşın veya siyasi parti, sendika ve STK mensuplarının ilgili konuya ilişkin değerlendirme, talep veya eleştirilerinin yer aldığı ekseriyetle bir çerçeve metindir basın açıklaması metni. Böylelikle kamuoyuna sözünü iletmek isteyen insanlar gerekli bilgilendirmeyi yaparak temel hakkı olan “fikirlerini kamuoyuna beyan etme hürriyetinden” yararlanırlar. Amacı insanlara ulaşmak olan bu eylemde, yurttaşlara haber verme sorumluluğunu üstlenmiş olan basının yer almaması olanaksız değil mi? ‘Olması gereken’ göz önünde bulundurulursa bu sayede basın habere ulaşıyor, basın açıklamasını yapan kişi veya grup ise kamuoyuna sesini duyurma talebine karşılık buluyor… Peki ya ‘olması gereken’ yerine yine ‘olan’ ile ilgili konuşacak olursak… İşte o zaman vaziyet içler acısı… Bir tane basın mensubu ara ki bulasın! Üstelik açıklamanın yeri, saati, içeriği belirtilmiş olmasına rağmen tek bir kişi dahi açıklamayı haberleştirmiyor. Güvenlik Şube’den gelen memur arkadaşların altı adet kamerayla, uzaktan- yakından, soldan- sağdan çektikleri fotoğraf ve videolar dışında herhangi objektif, telefon, ya da ses kayıt cihazı gözükmüyor ortalıkta. Üstelik siz görüntü alıp bu arkadaşlara iletseniz de gayretiniz, çabanız nafile… Şimdi soruyorum size, binlerce yurttaş yaşadıkları memleketi ve o memleketin her bir ferdini, doğasını, adaletini vs. müdafaa etmek için anayasanın güvence altına aldığı haklarını kullanırken buna kayıtsız kalanların haber diye aktardığı bilginin güvenirliği ne kadardır? Para, güç, prestij elde etmek için gerçekleri görmezden gelenlerin ya da gerçekleri manipüle edenlerin itibarı ne kadardır? Bu yazı kapsamında birçok konu başlığına yüzeysel olarak değindim. Bir dahaki yazıda basının tutumunun gereklerini daha teorik bir düzlemde ele alacağım. Yaşar Kemal’le başladık Sabahattin Ali’yle bitirelim: “Ey cılız bir kalemden dile gelen hakikat. Sen devleri bile korkutacak kadar mı korkunçsun…”  
Ekleme Tarihi: 08 Kasım 2023 - Çarşamba

Yerel Basın Dedikleri

(Böylelikle kamuoyuna sözünü iletmek isteyen insanlar gerekli bilgilendirmeyi yaparak temel hakkı olan “fikirlerini kamuoyuna beyan etme hürriyetinden” yararlanırlar. Amacı insanlara ulaşmak olan bu eylemde, yurttaşlara haber verme sorumluluğunu üstlenmiş olan basının yer almaması olanaksız değil mi?)

 

Bir dizi gözlemden hareketle Düzce’deki basının veya basın olma iddiasında olanların memlekete yaptığı kötülüğün boyutlarını açımlamaya gayret edeceğim.

Selamsız sabahsız bir girişi mazur görün ve ülkenin gidişatına dair duyulan endişeye ilişkin olarak düşünün bu telaşlı başlangıcı.

Esasen yerel düzlemdeki manzara elbette ulusal düzlemdekine koşut, bildiğiniz üzere ülkece basının niteliğine ve özgürlüğüne dair karnemiz sınıfta kaldığımız derslerle dolu fakat bu yazı kapsamında sözümüz yerel basına.

Bilinçli ya da bilinçsiz, menfaatlerini gözeterek veyahut kendi sözüm ona davalarına inanmış- inandırılmış ayırt etmeksizin basının geldiği içler acısı durumda parmağı olan tüm yerel basın çalışanlarına sözümüz.

Elbette kimilerini tenzih etmek, gazetecilik etiğinden taviz vermeden işlerini sürdürenleri bu yazının muhatabı olarak görmemek gerekir. Mesleğin dışında biri olarak böylesi bir yazı kaleme almamın müsebbibi de ilkelerinden taviz vermeyenlerin azlığıdır.

Dolayısıyla burada mevzileneceğimiz hat gururlarını ve kalemlerinin, sözlerinin onurunu hiç sayarak gerçekleri saptıranların ya da ‘aman tadımız bozulmasın’ tavrıyla gerçekleri görmezden gelenlerin tam karşısıdır. Uzun uzadıya tahlillere girişeceğim bir yazı olmayacak bu (elbette öyleleri de olacak ilerleyen günlerde), daha ziyade etik temellere oturmayan ve yurttaşların gerçeğe erişimini gözetmeyen, kendi ideolojik hattını ve çoğu zaman yalnızca maddi kazançlarını gözeten bir omurgasızlar topluluğuna sataşma, onların aymazlıklarını faş etme gayreti…

Şimdi bir soruyla başlayalım: “Basın nedir?”

Hemen bir sözlük tanımıyla yola devam edelim; “gazete, dergi gibi belirli zamanlarda çıkan yayınlarla haber ajansları ve bunların sahipleriyle çalışanlarının tümü…”

Şimdi bu basit tanımdan hareketle basının toplumun fikir, düşünce ve kanaatlerinde, doğru bilgiye erişiminde vs. ne kadar mühim bir rol oynadığına dair bir sezgimiz oluştu mu?

Bazı meslekleri icra edenlerin taşıdığı kamusal sorumluluk ve bu sorumluluğa teyellenmiş bir bilinç sahibi olması gerektiğini varsayarız. Doktor, öğretmen, polis, asker vs. toplumsal aklın mutabık olduğu bu önermenin içini dolduran başlıca mesleklerdir. Peki ya basın çalışanları?

Basın çalışanlarının durumu da ürettikleri söylemin, ilettikleri veya iletmedikleri haberin, özetle topluma aktardıkları veya aktarmadıkları tüm bilginin sorumluluğundan ötürü bilahare önemlidir.

Peki herkes bu sorumluluğu layıkıyla yerine getirir mi? Elbette getirmeyenler olacaktır fakat öyle bir aşamaya geldik ki sorumluluğunu yerine getirenlerin her türlü baskı aygıtıyla sindirilip diğerlerinin kahraman yapıldığı yüzlerce örnek ile karşı karşıya kalıyoruz. Üstelik sorumluluklarını yerine getirmeyen ya da kötüye kullananların denetlen(e)mediği bir tablo var önümüzde.

Denetim derken neyi kast ediyorum?

İlk olarak elbette işin hukuki boyutu ile ilgili bir değinide bulunuyorum. Gerekli tahkikat, soruşturma vs. yapılıp suçun tespit edilmesi durumunda başvurulacak usuller işin hukuki boyutunda gündeme gelir.

(Hukuk, yargı, adalet gibi konu başlıklarını Türkiye’nin aktüel durumu üzerinden ele alma kıymetli okur, konuyu ideal bir demokrasinin işlediğinden hareketle ele alıyorum, yani mış gibi yapıyorum.)

İkinci denetim mekanizması ise sorumluluğunu kötüye kullanan basın mensubunun meslektaşları tarafından evrensel basın ilkeleri ve etiği üzerinden tenkit edilmesidir.

Mesleği ile ilgili yozlaşmaya mahal vermek istemeyen bütün sorumluluk sahibi basın mensupları kendilerine düşeni yapmalı ve hatta kötülüğün boyutuna bağlı olarak kötülüğü yapan kişinin basında tekrar istihdam edilmesinin önüne geçilmelidir. Yaşanan hadiseyi baz alarak benzerlerinin yaşanmamasına ilişkin yapılması gerekenler de diğer kurum ve organlarla beraber basın mensuplarının da vazifesidir elbette.

Üçüncü denetim mekanizması ise yurttaşların üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesiyle ilişkilidir. Yurttaşlar en temel hakları olan doğru bilgiye erişmede sorun yaşadıkları ile ilgili kaygıya dahi sahipse bütün devlet aygıtlarının ve ilgili basın kuruluşu ve mensuplarının kendisine hesap vermesini talep etmekle mükelleftir. İdeal bir demokrasinin olması gerekenlerini kısaca özetledikten sonra ‘olması gerekenlerden’ biraz uzaklaşıp ‘olanlar’dan söz edelim.

Belediyenin basın bülteni haline gelmiş olan, bırakın haberin etiğini, haberin ‘ne’liği üzerine bile düşünmemiş, çıkarım nerdeyse orada ‘konumlanırımcılığı,’ güçlü kimse onun yanında ‘yer alırımcılığı’ ilke edinmiş bir yerel basın ile karşı karşıyayız.

Birinci ağızlardan veya sözüne itibar ettiğim dostlardan işittiklerime hiç değinmeyeceğim. Kendi gözlemimi aktarmakla yetineceğim.

Yıllardır Düzce’de kentin en merkezi konumları olan Anıtpark Meydanı, Durmazlar Düğün Salonu karşısı veya Düzce Belediyesi önünde siyasi partiler, sendikalar, STK’lar basın açıklamaları yapıyor.

Zaman zaman ben de o basın açıklaması metnini okuyanlardan biriyim. Sesini, sözünü, meramını, derdini anayasanın bizlere tanıdığı hak kapsamında topluma duyurmak isteyen herhangi bir yurttaşın veya siyasi parti, sendika ve STK mensuplarının ilgili konuya ilişkin değerlendirme, talep veya eleştirilerinin yer aldığı ekseriyetle bir çerçeve metindir basın açıklaması metni.

Böylelikle kamuoyuna sözünü iletmek isteyen insanlar gerekli bilgilendirmeyi yaparak temel hakkı olan “fikirlerini kamuoyuna beyan etme hürriyetinden” yararlanırlar.

Amacı insanlara ulaşmak olan bu eylemde, yurttaşlara haber verme sorumluluğunu üstlenmiş olan basının yer almaması olanaksız değil mi?

‘Olması gereken’ göz önünde bulundurulursa bu sayede basın habere ulaşıyor, basın açıklamasını yapan kişi veya grup ise kamuoyuna sesini duyurma talebine karşılık buluyor…

Peki ya ‘olması gereken’ yerine yine ‘olan’ ile ilgili konuşacak olursak…

İşte o zaman vaziyet içler acısı…

Bir tane basın mensubu ara ki bulasın! Üstelik açıklamanın yeri, saati, içeriği belirtilmiş olmasına rağmen tek bir kişi dahi açıklamayı haberleştirmiyor.

Güvenlik Şube’den gelen memur arkadaşların altı adet kamerayla, uzaktan- yakından, soldan- sağdan çektikleri fotoğraf ve videolar dışında herhangi objektif, telefon, ya da ses kayıt cihazı gözükmüyor ortalıkta. Üstelik siz görüntü alıp bu arkadaşlara iletseniz de gayretiniz, çabanız nafile…

Şimdi soruyorum size, binlerce yurttaş yaşadıkları memleketi ve o memleketin her bir ferdini, doğasını, adaletini vs. müdafaa etmek için anayasanın güvence altına aldığı haklarını kullanırken buna kayıtsız kalanların haber diye aktardığı bilginin güvenirliği ne kadardır?

Para, güç, prestij elde etmek için gerçekleri görmezden gelenlerin ya da gerçekleri manipüle edenlerin itibarı ne kadardır?

Bu yazı kapsamında birçok konu başlığına yüzeysel olarak değindim. Bir dahaki yazıda basının tutumunun gereklerini daha teorik bir düzlemde ele alacağım.

Yaşar Kemal’le başladık Sabahattin Ali’yle bitirelim: “Ey cılız bir kalemden dile gelen hakikat. Sen devleri bile korkutacak kadar mı korkunçsun…”

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve duzcemeydan.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.